İsviçre Turu

 

Galatasaray futbol takımımızın, İsviçre'nin Sion futbol takımı ile yapacağı Şampiyon Kulüpler eleme müsabakası için kızım ile beraber İsviçre'ye gitmeye karar verdik. Kızım; orta sonu bitirerek süper lisede okuma hakkını elde etmişti. Gerek bizlerle ve gerek arkadaşları ile gayet uyumlu olduğundan bir hediye vermek için iyi bir fırsat yakalamıştık.

 

İsviçre'ye gidiş - dönüş, iki kişilik uçak bileti için 340 dolar ödedik. Bizim için uygun bir fiyattı.

 

Müsabakadan dört gün evvel 10 Ağustos 1997 tarihinde, elimizde Türkiye ve Galatasaray bayrakları ile Yeşilköy dış hatlar terminaline gelerek Zürich'e uçtuk.

 

Zürich havaalanı (G. Domingues)

 

Zürich havaalanına vardığımızda havaalanının altında bulunan tren istasyonuna inerek iki katlı tren ile Zürich merkez tren istasyonuna geldik. Tren istasyonunun büyüklüğüne hayran kaldık. Çevremizde değişik ülkelerden yüzlerce değişik tipte insan bulunuyordu. Değişik saç modelleri, erkeklerin kulaklarındaki küpeler dikkatimizi çekti. Yatacak yer bulmak için istasyondaki danışma bürosuna başvurduk. Uzunca bir kuyruk vardı. Bu arada kızıma, "hadi bakalım, İngilizce öğreniyorsun, pratik yap" dedim ve nazlanmasına rağmen danışma memuru ile konuşmasına teşvik ettim. Sıramız geldiğinde kızın eli ayağı tutmaz oldu, terlemeye başladı. Memur anlayış ve sabırla dinledi. Bu arada kuyruk uzuyordu ama herkes sakindi. Neticede en uygun fiyatlı yer olarak; bir geceliği 25 Frank olan, yirmi kişilik koğuşta tek kişilik yatak önerisinde bulundu ve daha düşük fiyata yer bulmanın imkansız olduğunu izah etti. Danışmadaki cici memura, "ne yapabiliriz?" diye soru yöneltince, "Bodensee gölü kıyısında, Arbon'da gayet uygun fiyatlarda pansiyon bulunabileceğini" söyledi.

 

Zürich Merkez Tren İstasyonu Girişi

 

Zaman ilerliyordu. Bir an evvel Arbon kentine gitmek için tren bileti satış yerinde kuyruğa girdik. Biletimizi alır almaz Arbon'a gidecek trenin kalkış saatini öğrenmek için elinde en az 8 santim kalınlığında tarife kitabı ile dolaşan, ayaklı tarife izah memuruna danıştık. Bize, trenin hangi perondan ve saat kaçta kalkacağını belirten bir not verdi. Arbon'a gelmeden, Rorschach kentinde aktarma yapılacağını, hangi trene hangi saatte bineceğimizi not ederken, tekrar sözlü olarak bir kez daha anlattı. Rorschach'ta aktarma yaparak, banliyö treni ile Arbon kentine geldik. 

 

Pansiyonların bulunduğu semti öğrendik ve istasyona yakın olan bu yere yürüyerek gittik. İki adet karşılıklı pansiyon bulunuyordu. İlk gittiğimiz pansiyonda boş oda yoktu. Buradaki tek oda, çift yatak 20 Franktı. Karşı taraftaki  pansiyonda yer vardı ancak aynı pansiyon şartlarına 25 Frank teklif ettiler. İki pansiyon arasındaki fiyat farkını sineye çektik.

 

Arbon; iki ve tek katlı, bahçeli evlerin bulunduğu şirin bir sayfiye kentidir. Göl kenarı boyunca yürüyüş ve oturma alanları vardır. Plaj yanında büyük ölçekte bir yat limanı bulunmaktadır. Göl içinde ördek ve kuğuların süzüldüğünü de belirteyim.

 

Bodensee Gölü Kıyısındaki Evler 

 

Sabah kalktığımızda pansiyon sahibi; "kahvaltımızın hazır olduğunu, süt mü çay mı içeceğimizi, yumurtaları rafadan mı yoksa pişmiş olarak mı tercih ettiğimizi" sordu. Kahvaltı pansiyon ücretinin içindeydi.

 

Arbon tren istasyonunda bilet satan memurdan, İsviçre gezimiz için çok önemli bilgiler aldık. Eğer çocuğunuz 15 yaşın altında ise, iki kişinin beş günlük trenle seyahat ücretinin 127 Frank olduğunu söyledi. Göklere uçtuk. Hemen abonman biletimizi aldık. Örneğin, Zürich - Arbon arası tek kişi için gidiş ücreti 25 Frank. Dolayısıyla bu geziyi en iyi fiyata getirmiş oluyorduk. Artık istediğimiz yerde trene binebilirdik.

 

Arbon'dan bindiğimiz tren, banliyö treni olduğundan ve yavaş gittiğinden Romanshorn’da inerek iki katlı treni bekledik. Kreuzlingen'den geçerek Schauffhausen’e geldik. Yol boyunca pencereden geçtiğimiz yerleri gözlüyoruz. Bizim için ayrı bir dünyada bulunuyorduk. Tren Schauffhausen'den sonra ırmak boyunca yol alıyordu. Schauffhausen'den birkaç kilometre sonra, sağ tarafımızda çok muhteşem bir şelale gördük. Çanta ve paketlerimizi alarak iniş kapısına koştuk. Trenimiz şelalenin bulunduğu durakta durmadı. Trenin ilk durduğu durakta inerek, otuz dakika beklememiz sonunda ters tarafa giden başka bir trene bindik ve şelaleye gittik.

 

Schauffhausen'den görüntüler

 

Bulunduğumuz mevkiden Bodensee gölünün suları yüksek bir yerden Ren nehrine dökülüyordu. Havada suyun köpükleri uçuşuyordu. Her taraf, suyun üstü bile devamlı beyaz köpükle kaplıydı. Hele rüzgar da uygun yönde eserse, yüzünüze serinletici etki yapan su zerrecikleri gelecek ve çok hoşunuza gidecektir. Tren istasyonundan, merdiven ile nehir kenarına inebiliyorsunuz. Özel nehir tekneleri ile yarım saatlik şelale turu yapabilirsiniz. Tekneler sizi şelalenin altına kadar götürüyor. Nehir kıyısı boyunca tünelden geçerek, şelalenin döküldüğü yere ulaşabiliyorsunuz. Burada tam bir şölen vardı, öyle mutluyduk ki !

 

Şelale gezimiz bittikten sonra trene atlayarak Zürich kentine geldik. Zürich'i ortadan bölen nehir boyunca ördek ve kuğuların bol olduğu göle kadar yürüdük. Bu arada Grossmünster tarihi kilisesini gezdik. 

 

Zurich'i ortadan bölen Limmat nehri ve uzakta görülen Grossmünster Kilisesi kuleleri

 

Kilise, dizaynı ile pencere vitray süslemeleri konusunda bir sanat harikasıydı. Göl kenarındaki parkta uzun müddet oturduk, göldeki vapur ve yelkenlileri izledik.

 

Gece Grossmünster Kilisesi

 

Park içinde yaşlılar köpeklerini dolaştırıyorlardı. Burnunda ve kulağında küpe olan pek çok genç bisikletleri ile tur atıyorlardı. İstirahatimizden sonra tren abonman biletine dahil olan bir iskelelik vapur sefası yaptık. Sonradan Dünyaca ünlü marka mağazalarının ve marketlerinin bulunduğu Urania caddesinde yürüdük. Bir ara cadde banklarında oturarak çevreyi gözlemledik. Marketten yiyecek bir şeyler alarak Zürich merkez tren istasyonuna geldik. İlk defa tren istasyonunun çok büyük ve üç katlı olduğunu fark ettik.

 

Pazartesi günü, panoramik olacak uzun bir tren yolculuğu düşündük. St. Gallen- Zürich' ten geçerek Lenzburg, Koppingen yolu ile Bern'e ulaştık. 

 

Aare nehri üzerinden Bern

 

Bu gezi boyunca, daima tren penceresinden çevreyi, geçtiğimiz yerleri gözledik. Gözümüz yeşillik ve bol ağaçlara doydu. Pazartesi günü tüm Avrupa'da olduğu gibi burada da müzeler kapalı olduğundan tarihi binaları ve çevreyi tanımaya çalıştık. Öğleden sonra Fribourg - Lozan yolu ile Cenevre'ye geldik.

 

Cenevre; Leman gölünün en uç noktasında bulunan bir kenttir. Tüm binaları tarihi özellik taşımaktadır. Gölün başlangıcında, suları 50 - 60 metre yükseğe püskürten fıskiye, kente ayrı bir güzellik katar.

 

Cenevre'deki meşhur fıskiye

 

Akşam dönüşümüzde biraz değişiklik yaparak Verdon ve Neuchatel yolu ile Bern üzerinden dönüş yaptık. Bu arada sırt çantamızda su ve yiyecek taşımayı da öğrendik.

 

Salı sabahı çok kuvvetli bir kahvaltı yaparak yollara koyulduk. Bu kez öğlene kadar St. Gallen ve Winterthur kentlerindeki önemli yerleri gezdik.

 

Zürich kentini tam olarak gezmemiştik. Trenden iner inmez istasyonun yan tarafındaki büyükçe olan tarihi yapıdaki Milli Müze’yi gezmeye koyulduk. Müzede, İsviçre Ulusunun tarihi gelişimini adım adım tetkik ettik. Bu çok önemli müzede 4 saat kalmamıza rağmen hiç sıkılmadık. Müzenin her köşesi bizlere ilginç geliyordu. Müzeden çıkınca, bir tramvaya atladık ve Zürich kenti tepesindeki hayvanat bahçesine giderek bir saatten fazla dolaştık. Hayvan sevgimizi pekiştirdik.

 

İsviçre Milli Müzesi 

 

Akşama doğru Milli Müze’nin yanından akan ırmağa geldik ve ayaklarımızı suya sokarak serinledik. Park içinde kendi halinde trompet çalan biri, diğer bir yanda davulu ile solo yapan esmer bir kişi vardı. Bazı gençler de güneşlenirken kitap okuyorlardı.

 

Maç günü geldi çattı. Gezimize vesile olan müsabaka akşam saat 21:00 ‘de başlayacaktı. Arbon'dan çok erken hareket ettik. Pansiyoncu bayan kahvaltımızı erken saatte hazırlamıştı. Hızlı tren ile Zürich'ten aktarma yaparak Luzern kentine geldik. Göl kenarındaki tarihi kentte dolaşarak, göl ve kentin uyumuna hayran kaldık.

 

Luzern'den sonra trenle Alp dağlarını tırmanırken, uçurum kenarlarından geçişler başladı. Tabiat hakikaten bir harika idi. Hele trenimizin Alp dağlarını döne döne inişi pek muhteşemdi. Her taraf günlük güneşlikti. Alplerin eteklerinde biten çam ormanlarının yerini çimenler aldı. Bu çimenlerin devamlı olarak kesildiği kanaatindeyim. Güneş, çam ormanı arasında yamaç eteklerine kadar kuvvetli ışınlarını yayıyor. Alp'lerin zirvesini net biçimde görebiliyoruz.

 

Karlar eridiğinden yemyeşil yamaç etekleri, yaşama sevinci veriyor. Hayvanlar açık havada, bol otlar arasında keyif yapıyorlar. Daha yükseklerde yaz mevsimi olmasına rağmen karlar bulunuyor.

 

Alp dağlarının yamaç diplerinde çiftlikler göze çarpıyor. Çiftliklerde devamlı bir hareket var. Çok uzaklardan her şeyi izleyebiliyorsunuz. Büyük baş hayvanlar çayır alanlarında otlarlarken, tavuklar, hindiler ve ördekler rahat geziniyorlar. Köpekler de sürülerin yanında olduğundan çiftlikte küçük baş hayvanların keyif yaptığı söylenebilir.

 

Bu keyifli yolculuğumuzda Lorenz'den sonra Brig'e vardık. Brig'ten Sion'a kadar coşkun akan nehir boyunca ilerliyoruz. Sağ ve sol yanımızda  Alpler tüm haşmeti ile karşımızda. Sol tarafımızdaki Alpler daha yüksek ve dik gözüküyor ve tepeleri sis bürümüş durumda.

 

Sierra'yı geçtikten sonra kondüktör geldi. Hemen Türk olduğumuzu anladı ve bilet kontrolünden vazgeçerek sohbete başladı. Bir kaç kez Side ve Kemer'e tatile gittiğini söyledi. Çok sıcakkanlıydı ve bizleri seviyordu. Ülkemizi çok keyif ve coşkulu anlatması hoşumuza gittiğinden sarı-kırmızı kaşkolumuzu hediye ettik. Hele Galatasaray'ı da favori göstermesi inanılacak gibi değildi.

 

Sion'a saat 16:00 da vardık. Alp dağlarının eteklerinde kurulmuş olan bu kentte düz alan bulmak çok zor. İlk olarak, müze olarak kullanılan derebeylerin yaşamış oldukları kaleye çıktık. Çok zahmetli ve yorucu bu tırmanış sonunda kuvvetimiz kalmadı. Ancak kale gezisi her şeye değdi.

 

Sion'daki Kale 

 

Müsabakanın oynanacağı stad önüne gelince, sanki Ali Sami Yen stadına geldiğimizi zannettik. Bütün dostlar oradaydı, kucaklaştık. Avrupa'nın diğer ülkelerinden gelen Türkler ile sohbete koyulduk. Benim kız Ali Sami Yen stadının beş yıllık müdavimi olduğundan herkes onu tanıyor ve seviyordu. Ağabeylerinin uğur meleğiydi. Tüm iltifatlar onaydı. Bir ara kızım taraftarları toplayarak slogan attırdı, oley çektirdi. Bu eğlencemiz müsabaka başına kadar devam etti.

 

Müsabaka başında Profesör George Hagi'nin attığı korner golü bütün gezi yorgunluğumuzu unutturdu. Çok zevkli bir müsabaka oldu ve güzel bir galibiyet aldık.

 

Müsabaka sonrası, İstanbul'dan tur ile gelen arkadaşların tur otobüsünde dört saat süren bir yolculukla eğlenerek, şarkı söyleyerek gece saat 24:00 ‘de Zürich'e geldik. Otelde birlikte kalmamızı istediler. Onlar sabah erken dönecekleri için kabul etmedik. Keşke kalsaydık! Tren istasyonuna gidince hayal kırıklığına uğradık. İstasyonun kocaman kapısı kapalıydı, içeride temizlik yapılıyordu. Donup kaldık! Hemen çözüm ürettik. Kıyıdan köşeden gazete kağıdı bularak istasyon giriş kapısı karşısındaki sütunların dibine, ışık olmayan yere gazeteleri sererek kızın uyumasını sağladım. Zaten güneş doğmasına ne kalmıştı?  Kız gazete kağıtlarının üstünde yorgunluğundan dolayı hemen uyudu. Başının altına da yastık olarak sırt çantasını koydu ve deliksiz uyudu. Ben de nöbetçi olarak çevre ile ilgilendim. Sabaha karşı saat 04:00 civarında on – on beş 'i bulan bir genç topluluğu önümden geçerek istasyon binası önündeki emniyete alınmış bisikletlere yöneldiler. Bazı bisikletlerin kilitlerini söktüler. Diğer sağlam olan bisikletlerin çoğunu hurdahaş ettiler. Herhalde fazla alkol almışlardı. Sonra oradan aldıkları üç - dört bisiklet ile uzaklaştılar. Polisler geldi ama geç kalmışlardı.

 

Sabah ilk trenle saat 04:50 de Arbon'a hareket ettik. Kahvaltımız hazırdı. Bu gün bir pazar sabahı gibi sakindi ve sonra yatarak akşama kadar uyuduk. Bir gün sonra da sabahtan akşama kadar Arbon plajında denize girdik ve güneşlendik.

 

17 Ağustos günü en az İsviçre kadar güzel olan ülkemize döndük.

 

Yazan : gezgez42@hotmail.com

 


<<< Yeniliklerden haberdar olmak için

 

 

© 2003

www.1de1.com